29 EKİM CUMHURİYET’İN ÖZETİ
Yıl 1923. Osmanlı bütün kurumlarıyla çökmüş, içi boşalmış bir çınar gibi tarihin boşluğuna devrilmiştir. Onun çöktüğü yerden taze bir çınar fidanı kök salmıştır Türkiye topraklarında. Osmanlının küllerinden doğan ve tarihte Türk ismiyle kurulan ikinci devlet olarak çağın dünyasında yerini almıştır.
Bu yeni devletin yönetim şekli cumhuriyettir. Ülke şartları uygun olmasa da kurucusunun büyük öngörüsüyle çağın gereği olarak ilan edilmiştir cumhuriyet. Nüfusu 13 milyon civarındadır kurulduğunda yeni devletin. Bunun 11 milyonu köyde yaşamaktadır. Bunun da önemlice bir bölümü göçebedir. Beş bin köyde sığır vebası vardır. Hayvanların yanı sıra insanlar da hastalıktan kırılmaktadır. Nüfusun üç milyonu trahoma, iki milyonu sıtma, bir milyonu da frengi hastasıdır. Yani nüfusun neredeyse yarısı sağlık sorunludur. Bit bile ciddi bir problem sahası oluşturmaktadır o yıllarda. Her doğan iki bebekten biri ölmektedir. Ortalama yaşam süresi 40 yaş civarındadır.
Memlekette sadece 337 doktor, 60 eczacı bulunmaktadır. Eczacıların sadece 8'i Türk’tür. Diş hekimi ise hiç yoktur. O işi çoğu yerde berberler halletmektedir. Düşünün artık gerisini. Hemşire sayısı ancak bir elin parmakları kadardır. Sağlık memuru sayısı 434 ile sınırlıdır. Ülkede sadece 136 ebe bulunmaktadır.
Tarım tamamen iptidai şartlarda yapılmakta olup ülkede bir tane dahi traktör bulunmamaktadır. Tarım ülkesi addedilse de ekmeklik un bile dışarıdan alınmaktadır. Çok az sayıda tarım mühendisi vardır. Savaş sırasında yanmış, yakılmış bina sayısı 114 bin 408dir. Düşman tarafından tamamıyla yakılan köy sayısı da 830’dur. Ülkenin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir ama tuğla, kiremit bile dışarıdan alınmakta, o bile üretilememektedir, Motor, makine yok denecek düzeydedir. Telefon da aynı şekilde.
Bütün sanayi ürünlerinde dışa bağımlılık söz konusudur. Limanlar, madenler, demiryollarının tamamı yabancılara aittir. Dört mevsim kullanılabilir karayolları hemen hemen yok gibidir. Şehirler arasındaki yollar dahi kışın batağa döndüğü içinde; mevsimde yolların geçilmesi çok zordur. Zaten otomobil de çok azdır: Sadece 1490. Özel otomobilin kullanıldığı dört şehrimiz bulunmaktadır.
Osmanlıdan Cumhuriyet'e sadece dört fabrika kalmıştı; Hereke İpek, Feshane Yün, Bakırköy Bez, Beykoz Deri. Elektirik sadece İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde bulunmaktadır.
Tiyatro, müzik, resim, heykel nerdeyse yok hükmündedir. Spor var mı derseniz, o da hemen hemen yoktur!
Ya kadın? O da yok gibidir. Kadın haklan diye bir şey söz konusu değildir
Birine saat sorulsa cevap farklı farklıdır. Çünkü zaman birimi ortak değildir. Kimi güneş batarken grubi saati, kimi güneşin tamamen battığı ezani saati esas almaktadır. Kimi alaturka saati kullanarak güneşin battığı anı, kimi zevali saati kabul ederek güneş tepedeyken ki halini 12:00 olarak kabul etmektedir. Kimi hicri, kimi Rumi takvimi kullanmaktadır. Kimisinin Şubat'ı, kiminin Aralık'da denk gelmektedir. Herkes aynı zaman diliminde ancak farklı aylarda yaşamaktadır.
Ağırlık ölçüleri de dünyada yaygın kullanılanlara uymamaktadır. O zamanlar dirhem, okka ve çeki vardır. Uzunluk ölçülerinde de durum aynıdır. Onlar da arşın, kulaç, fersah olarak adlandırılmakta olup uluslararası standartlara uymamaktadırlar.
Okuma yazma oram kadınlarda sadece binde 4'dür. Yüzde 1 bile değil yani. Erkeklerdeki oran biraz daha fazla, yüzde 7 kadardır. Yani toplama vurduğunuzda okuma yazma bilenlerin oram tüm ülkede sadece yüzde 3 buçuk civarındadır. Hemen ifade edelim ki, okuryazar kadınların tamamına yakım da gayri müslimdir. Erkeklerin oranının fazlalığı da subaylar nedeniyledir. Yoksa halk arasında erkeklerin okur yazar oram da oldukça düşüktür. Ayrıca gayri müslümlerin okuma yazma oranının yüksekliği de genel ortalamayı biraz yukarı çekmektedir.
48 bin köyün çok azında okul vardır. Cumhuriyet öncesi dönemde toplam 4 bin 894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise, bir de üniversite bulunmaktadır. Türkçe; Arapça, Farsça, Fransızca ve İtalyanca'nın istilası altındadır.
Alfabe olarak Arapça kullanılmaktadır. Türkçe ses uyumuna uymayan, yani karşılıklı sesli ve sessiz harfleri olmayan Arapça ile Türkçe yazılmaya çalışılmaktadır. Dilimize uygun olmadığından okula giden çocuklar okuma yazma öğrenmekte zorlanmakta, hatta bir kısmı öğrenememektedir.
Bu da okuma yazma oranının düşük olmasının sebeplerindendir.
Osmanlı'da basılan kitap sayısı da çok düşüktür; Matbaanın Osmanlı'ya gelişinden itibaren 14 yıl içerisinde (İbrahim Müteferrika zamanı) toplam 17 eser basılabilmiştir. 1843 yılına kadar basılan kitap sayısı sadece 536'dır (1727-1843) Avrupa'da ise Osmanlı'ya matbaa gelinceye kadar 1 buçuk milyar kitap basılmıştır.
Yukarıda belirttiğim 1727-1843 yılları arası yani 116 yılda ülkemizde basılan kitap sayısı ile bunu kıyaslar mısınız? Tam bir felaket değil mi? Öyle ki Voltaeir'in; "İstanbul'da bir yılda yazılanlar, Paris'te
bir günde yazılır" dediği iddia edilir.
Osmanlı'da borç o kadar katmerlidir ki artık alacaklılar (yabancı devlet ve şirketler), kendi oluşturdukları bir yapılanma olan Düyun-ı Umumiye idaresi ile devletin toplaması gereken vergiye direkt el koymaktadırlar. Bu, Osmanlı'nın mali yönetimini başkalarına teslim etmesi demektir. Yani devlet önce ekonomik bağımsızlığım kaybetmiş, soma da iflas etmiştir.
Cumhuriyet, Lozan'da, bu borçların; 1912 öncesi için yüzde 62'sini, soması için yüzde 77'sini kabul etmiştir. Toplam borç miktarı, 145 milyon Osmanlı altın lirasıydı, i Bu da o dönemin milli gelirinin yüzde 65'ine tekamül ediyordu.
Bu parayı bugünkü değerlere vurmaya kalkarsak, yaklaşık 500 milyar dolar eder (GSMH'mız 750 milyar dolar olduğuna göre bunun yüzde 65'i 488 milyar dolardır). (1)
Yeri gelmişken ifade edelim ki, Cumhuriyet, bu büyük borcun ödenmesini 1954 yılında bitirdi.
Evet, Cumhuriyet öncesi en özetinden tablo budur...
Kaynaklar:
1- Mahfı Eğilmez, www.Mahfieğilmez.com., Osmanlı'dan Devraldığımız borçlar 11 Aralık 2011