İSLAM ÜLKELERİNİN SÖMÜRGELEŞME SÜRECİ

İslam tarihinin dönüm noktalarından biri de Haçlı Seferleridir.

İSLAM ÜLKELERİNİN SÖMÜRGELEŞME SÜRECİ

İslam tarihinin dönüm noktalarından biri de Haçlı Seferleridir. Ne yazık ki bu seferlerin hedef sonuçları İslam dünyasında yeterince anlaşılmadığı için yeterince tartışılmamıştır. Nerelere kadar evrildiği hakkında yeteri kadar bilgi ve yorum tarih kitaplarımızda yer almaz.

İslam dünyasına sömürgecilik sisteminin yerleşmesini önceleyen hareketlerin başında gelen Haçlı Seferleridir. Tarih kitaplarımıza göre 1096 yılında başladığı ve 1270 yılına kadar 8 büyük sefer yapıldığı gibi Doğu’nun zenginliklerini yağmalamayı amaçladığı bilgisi verilir. Seferleri kilisenin öncülüğünde krallar ve feodal beyler ile fakir halkın katıldığı bilgisi yer alır.

Biz bu seferlerin nerelere ve ne kadar insan katliamı yapıldığını ve İstanbul ile Anadolu da işlenen katliamları ile Kudüs’te yapılan soykırım ile Anadolu Selçuklu Beylerinin verdikleri mücadeleyi başka bir yazıda yer vereceğiz. Konumuza dönersek.

Haçlı Seferleri Doğu-Batı arasındaki ticaret ağlarının gelişmesini yarattı. Özellikle Venedik ve Ceneviz kentleri ticaret merkezlerine dönüştü. Bundan zenginleşen sınıf ile ara tabakalar oluştu. Toplumsal, siyasal ve ekonomik açılardan derin etkileri olan Haçlı Seferleri, Doğu’da İslam düşünce ve toplamsal düzende sarsıntıyı beraberinde getirdi.

11. yüzyılda İslam dünyasında başlayan insanın irade ve akıl alanını sınırlayıp, felsefeyi ve düşünsel akımları kapatan Selçuklu veziri Nizam-ı Mülk ve onu medreselere atadığı Gazali ile Abdullah İbn Mesut önderliğinde içtihat kapısının kapatılması da etkili oldu.

Haçlı Seferlerinin devam ettiği yıllarda Sultanlar, Halifeler çok zengindiler. Bu zenginliği kaybetmemek için din adamları ile işbirliği yaparak içtihatın önünü kestiler. ( Abbasi halifeleri kendilerine istedikleri fetvayı vermeyen kadıları ya azlettiler ya da hapislerde ölmelerine göz yumdular. Tıpkı İmam-ı Azam gibi)

İslam’ın kuralları ve kaynakları özgür düşünce ve eyleme karşı yorumlamak yerine Vahiy esaslı düşünce öncelenince İslam toplumlarında bilim ve teknik yanında toplumsal çürümede başladı. Fakat Haçlı Seferleri ile Doğu’da kesin bir siyasal egemenlik sağlanamamıştır. Ancak Avrupa burjuvazisinin tarih sahnesine çıkışı ile sömürgecilik faaliyetlerinin başlaması bir oldu.

Sömürgecilik Doğu toplumlarına düzenlediği ekonomik “Haçlı Seferlerinin zeminini de 11. Yüzyıl sonları ve 12. Yüzyıl başlarında düzenlenen seferlerin oluşturduğu bir gerçektir. Batı kısa sürede bir ticaret enternasyonelini ortaya koydu. Batı sermaye olgusunun dinamikleri ile sanayisi ile teknolojik gelişmeleri doğal kaynaklar ve hammaddelere ihtiyaç duymuş bunun sonucunda Doğu’nun önemi artmıştır.

Sömürge sistemi ile hammadde kaynağı pazara dönüştürülürken Doğu muazzam ölçüde yoksullaşmıştır. Kökleri 15.yüzyılda atılan bu sistem, özellikle 19.yüzyıl sonrasında Doğu’da iyice yerleşmiştir. Sömürülen ülkelerde sistemin iyi işlemesi için değişik tabakalarla iş birliği yapılmış ve işbirlikçiler karşılığını her zaman almışlardır. İşbirlikçiler içinde neler yok ki, saray çevreleri, paşalar, ulemayı da bulmak mümkündür.( günümüzde AB ülkemizde sözde proje ile milyarları dağıtmasının arkası iyi incelenmelidir..)

Sömürgeci ülkeler, sömürge sisteminin işleyişini gizleme konusunda son derece titiz davranmışlardır. Özellikle ülkelerin yoksulluğunu, cehaletini ve o ülke halkının dini inançlarına dahi bağlamaktan geri kalmamışlardır. Bu sayede toplumun kültürel, politik ve ekonomik birikimleri paramparça edilmiştir.(1)

Bir zamanların büyük devletleri yarı-sömürge durumuna düşürülürken, ekonomik istilanın yanı sıra kültürel istila da gündeme gelmiştir. Ekonomik kurumların, sermayesi, tekniği ile sömürge ülkelere giren Batı yaşam biçimi, kültürü ve siyasal modellerini de girdikleri ülkelere taşımışlardır.( en güzel örnek sanırım. Osmanlı’da Tanzimat ile başlayan çağdaşlaşma hareketleri olsa gerektir.)

Sömürgecilik sisteminin İslam ülkelerine yerleşmesiyle birlikte İslam” milliyetçilik” akımları ortaya çıkmış ve mücadele sürecinde anti-emperyalist bir nitelik kazanmaya başlamışlardır. Anti-emperyalist öze sahip bu tarz hareketlerim varlığı, İslam’ın geri kalmışlığının nedeni olmadığını bu olgunun sömürgecilik sisteminin bir sonucu olduğu gerçeğini de kantlar.(2)

Adil ve eşit bir toplum düzeninin evrenselliği noktasında İslam’ın altın çağına özlem duyan kitlelerin özlemleri itici bir güç olabilir. İslam’ın dar-ül-İslam ve dar-ül- harp ayrımı ekseninde anti- emperyalist mücadelesi büyük bir potansiyel oluşturabilir.

İslam’ın ilk yıllarına ve özüne dönüşü amaçlayan akımların, emperyalist egemenliğin yarattığı sefalet, baskı ve çaresizlik tablosuyla bağlantısı unutulmamalıdır. Bu akımların öncülük ettiği ve uzun bir tarihsel dönemi kapsayan mücadelelerini “ İslam bağnazlığı” olarak niteleyerek emperyalist egemenliği gizlemeye yarar.

Anadolu hareketi de( Milli Mücadele) çıkış noktası ile sınırlı olarak, ulusçu ve İslamcı yönelişlerin, bir dönem Batı’yı sömürgeci ve emperyalist güç biçiminde yorumlamaları noktasında birleştiklerini göstermektedir. Bu bağlamda T.B.M.M, bütün alem-i İslam’ın da kendisinde halas, kendisinde yegane melc’e ve penah bulduğu bir İslam meclisidir sözleri ile T.B.M.M, ”Allah’a, Peygamber’e inanan, bütün mukaddesata iman eden o imanlı milletin meclisidir.(3) Tespiti oldukça önemlidir.

İslam dünyasında Osmanlının çözülmeye başladığı 1900’lerin başlarında Arap ulusçuluğu ortaya atılmıştı. Önderleri Hıristiyan olan Necip Azuri, Şeyh Raşit Rıza, Satı al-Husri, Muhammed al Bahi idi. Birinci Dünya Savaşı sırasında da İngilizlerin desteği ile Şeyh Şerif Hüseyin Arap-Müslüman devleti kurmaya yönelmişti.

Zaman içinde Ortadoğu petrollerinin önem kazanması sonrasında emperyalistler arası çelişkiler Arap ulusçuluğuna da yansıdı. II. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’daki sömürgelerine bağımsızlık verirken, kontrolü de ABD’ye devrediyordu.

ABD Chester projesi kapsamında bölgedeki devletlerle ilişkilerini geliştirmeye başladı. Özellikle emperyalizmin koçbaşı İsrail’i İngiliz-ABD projesi olarak yerleştirilirken ( Reagan şu sözleriyle vurguluyordu:” İsrail, Armageddon’un yani dünyanın sonunun geleceği bu bölgede güvenebileceğimiz tek istikrarlı demokrasidir. Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya girişini engellemek zorundayız, İsrail orada olmasaydı. ABD bizzat kendisi orada olmak zorunda kalırdı.) bölgesel Arap milliyetçiliği de yoz ve şöven, anti-emperyalist değeri olmayan bir ulusçuluk akımını Suudi Arabistan, Yemen Krallığı, Ürdün, Arap Şeyhleri, Faysal, Nuri Sait Irak’ı bu bağlamda temeli oluşturdu.(4)

Arap Baharı ve sonrasındaki gelişmeleri ve ülkemizi ilgilendiren bölümleri ikinci bir yazıya bırakarak, İslam ülkelerinin bir an evvel benliklerine dönmelerinin gerektiğini belirtelim.

Kaynaklar: 1-Az Gelişmişliğin Sürekliliği Fikret Başkaya İmge Kitap Ankara 1991 S.98

2- Sosyalizm ve İslamiyet Roger Garaudy s.86

3- Rasih Efendinin Konuşmasından TBMM zab.Cer. Dev. 1.24.271

4- Türk Tarihinde İslamiyet Turgut Akpınar İletişim Yay. S.144

İbrahim AYAN