TARIM NE ZAMAN HAS EVLAT OLACAK?
Ülkemizde ne yazık ki tarım gündeme gelmiyor. Ülkeyi idare edenler daima işin kolayına kaçıyorlar. Bunlardan biri de paramız var ki ithal ettik politikası. Çünkü uzun yıllardır iktidar partisi tarım da bir temel politika uygulaması tutturamamıştır.
Kapitalizmin gelişimine bağlı olarak tarımsal üretimde öncelikle girdilere olan bağımlılık gelişmiştir. Özellikle ikinci dünya savaşı sonrasında dünya ticaretini yönlendirme gücünü eline geçiren ABD, 1960'lı yıllarda "yeşil devrim" olarak adlandırdığı girdilere bağımlı tarımsal üretim kapsamında tohum, gübre ve ilaç pazarına aşama aşama hâkim olmuştur. Girdilere bağımlı hale gelen tarımsal üretimin özellikle 1988-1992 yılları arasında gerçekleştirilmiş olan Uruguay Görüşmeleri sonrasında sürece bağımlı hale geldiğini söyleyebiliriz.
Tarımsal üretimin sürekli ve dengeli devam etmesi için üreticilerin belirli bir kazanç sağlamaları gerekmektedir. Üreticilerin kazanç sağlaması için dünyanın hemen her ülkesinde üreticiler farklı destek sistemleriyle desteklenir. Böylelikle toplumun beslenme sorunu da çözülmüş olur. Ancak üretici açısından iç ticaret hadlerinin (çiftçinin ürettiği tarımsal ürünlerin ortalama fiyat endeksinin, yeniden üretim için alacağı sanayi ürünleri ortalama fiyat endeksine oranı tarımsal ürün lehine oluşmaması durumunda çiftçinin üretimden elde edeceği gelir azalacak ve belki zarara dönüşecektir. Bu durumda çitçi üretmemek tercihini kullanacaktır. Öyleyse iç ticaret hadlerinin üreticinin üretmekten vazgeçmeyeceği bir seviyede muhafaza edilmesi, önemli bir kamu politikası sorunudur.
İktidar partisi zaman içinde bazı tarım politikaları gündeme getirmiş işte bunlardan birisi de Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Tarımda Milli Birlik Projesi”ne göre, hisselerinin yüzde 50’sinin özel sektöre ait olacağı Semerat Holding kurulacak. Toprak Mahsulleri Ofisi’nden Atatürk Orman Çiftliği’ne, Türk Şeker’den Çaykur’a kadar tarımda faaliyet gösteren Kamu İktisadi Teşekkülleri de (KİT) bu holdingin iştiraki yapılacak. Holdingin yüzde 50’si özel sektör, yüzde 35’i Milli Birlik Kooperatifi ve yüzde 15’i de KİT’lerden oluşacak. Tarım ve Orman Bakanlığı taşra teşkilatı ile Tarım Kredi Kooperatifleri birleştirilerek Milli Birlik Kooperatifi oluşturulacak. Bu kooperatifin içinde Orman Genel Müdürlüğü, Or-Koop ve Sür-Koop da yer alacak.
Hayata geçirilmek istenen bu modelle, ülkenin 12 bölgeye, her bölgenin de 5 birime bölüneceğini “İlleri yeni havzalara bölmenin, bürokrasiyi genişletmenin altında neler yatıyor? Çiftçiye mazotu, gübreyi, tohumu, yemi ve tarım ilacını kaça satacaksınız? Bunlara cevap verilmeden yapılan projeyle sınıfta kalırsınız. Ülke, holdingler kurarak yönetilemez. Projeyi “tarımın lağvedilmesi” olarak niteleyen Türkiye Ziraatçılar Derneği Başkanı Hüseyin Demirtaş da “Demek ki tarım sektörü gözden çıkarıldı. Proje, çiftçiliği yavaş yavaş bitirir” diye konuştu.
Çiftçi Sendikaları Konfederasyonu Başkanı Abdullah Aysu, “Tarım ve Orman Bakanlığı ‘hakemliğe’ indirgenmiş. Çiftçiyi, şirketlerle başbaşa bırakan, tarımı imtiyazlı şirketlere devreden bir model söz konusu. Bu, çiftçiyi zapturapt altına alıp, toprağını satın almadan kontrol altında tutmaktır” dedi. Devletin artan girdi maliyetleriyle baş edemediği için sorumluluğu şirketlere yükleyip “sorunu birlikte halledin” denileceğine dikkat çeken Aysu, “Yıllardır tarımdaki sorunların çözümü için kooperatifçiliği öneriyoruz. Kurulacak üretici ve tüketici kooperatiflerinin bir araya gelmesi sorunları çözer. Bunun bağımsız bir kooperatif olması gerekirken şimdi ters bir yola girildi” dedi.
Türkiye’nin tarım ile arası neden düzelmedi diye sorduğumda yine cevap olarak o romantik özlem eksikliği ile politika tercihi hataları aklıma geliyor. Sapanca’nın kiraz bahçeleri, Trakya’nın buğday ve ayçiçeği tarlaları nasıl ikinci konuta döndü? Alabildiğine geniş tarlalarda şimdi bina çok, kiraz bahçeleri ve ayçiçekleri az. Zeytin ağaçlarının sökülüp, maden aranması için lisans verilmesi tercihi de bir başka hatanın başlangıcı ve fakirleştiren yola düşme girişimi. “Ayçiçeği yağı Ukrayna’dan, vişne ve buğday Rusya’dan, zeytinyağı İspanya ve Yunanistan’dan gelir, biz mevsimlik keyif çatarız” iyi bir tercih değil. Şimdi temel gıda ihracatçılarına güzel sahillerde yazlık ev, hotel ve eğlence sağlamanın kötü bir karşılaştırmalı tercih olduğunu bir savaşla öğreniyoruz. Türkiye daha 1960’lı yıllarda Almanya’da bakanlık yapan ve daha sonra AET’de komisyon üyesi olan Ralph Dahrendorf, “Türkiye AET’nin manavı olabilir” dediğinde, kıyametler koparmıştı. Türklere ve Türk zekâsına hakaret ettiği iddialarının ivmesi ile ithal ikamesi sanayi dalları üzerine yoğunlaştık. Bu tarımdan kopmanın bahanesiydi sanki. Evet, Türkiye tarımı 1950’lerden, 60’lardan beri kaybetmeye başlamıştı. Ama son yıllarda olduğu kadar ihmal edildiğini hiç hatırlamıyorum. Hele tarım sektörü yatırımlarını Azerbaycan, Kırgızistan, gibi ülkelere yapıp, oradan Türkiye’ye bunları ithal ederek çifte teşvik alanları hiç içime sindiremiyorum.
Tarım alanlarındaki kayıp tüm hızıyla sürüyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre, 2017 yılında tarım alanları önceki yıla göre 336 bin hektar azalarak 23 milyon 375 bin hektara geriledi.
Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü'nün açıkladığı "Türkiye'de Tarım Alanları" tablosuna göre, 1990 yılında 27 milyon 856 bin hektar olan tarım alanları 2002'de 26 milyon 579 bin hektara geriledi.
Son 4 yıldaki azalma ise şöyle: 2014 yılında 23 milyon 939 bin hektar olan tarım alanları 2015'te 5 bin hektarlık düşüşle 23 milyon 934 bin hektara, 2016'da ise 23 milyon 711 hektara geriledi. Bu dönemde en büyük düşüş 336 bin hektar ile 2017'de gerçekleşti.
2019’da Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 83 bin iken, 2020 Ağustos itibarıyla 1 milyon 803 bine gerilemişti. Üreticinin tarımsal desteklerden yararlanabilmesi için ÇKS’ye üye olması gerekiyor.
Bakanlığın verilerine göre en dramatik gelişme mera alanlarında yaşandı.1970-2017 döneminde 21 milyon 698 bin hektar olan mera alanları yaklaşık olarak yarı yarıya azalarak 10 milyon 984 bin hektara geriledi. Türkiye bu dönemde 10 milyon 713 bin hektar mera alanını kaybetti. Bölgelere göre değişime bakıldığında Ege Bölgesi'nin mera alanları 1 milyon hektardan 394 bin 429 hektara düştü. Aynı dönemde Marmara Bölgesi'nin mera alanı 463 bin 600 hektardan, 286 bin hektara, Akdeniz Bölgesi'nde 1 milyon hektardan 540 bin 956 hektara geriledi. Bu dönemde, İç Anadolu Bölgesi mera alanları 5 milyon 884 bin hektardan 3 milyon 939 bin hektara düştü. Karadeniz Bölgesi'nin mera alanları 1 milyon 993 bin hektardan 1 milyon 69 bin hektara, Doğu Anadolu Bölgesi mera alanları 9 milyon 162 bin hektardan 4 milyon 198 bin hektara, Güneydoğu Anadolu Bölgesi mera alanları ise 2 milyon 165 bin hektardan 556 bin hektara geriledi.
Ülke hayvancılığının içinde bulunduğu durum, ithalata olan bağımlılık dikkate alındığında bunda mera alanlarının hızla yok edilmesinin önemli rolü olduğu açıkça görülüyor.
Tokat’ın Zile ilçesinde Kaymakamlık İlçe Tarım ve Orman Müdürlüğü, köylülerin ortak kullandığı mera, yaylak ve kışlaklarda hayvan otlatanlardan ücret alacağını açıkladı. Buna göre, köy halkı, kendi merasında hayvanlarını otlatabilmek için belirli bir ücret ödemek zorunda kalacak. Tokat Zile Kaymakamlığı ve Orman Müdürlüğü tarafından muhtarlara iletilen "mera otlatma planı" çerçevesinde, köylülerden ücret talep edilecek.(1)
Mera otlatma planı köylüler arasında endişe yaratırken, hayvanlarını nerede otlatacaklarını kara kara düşünüyorlar. Zor geçinen köy halkı, bu düzenlemeyle birlikte büyükbaş hayvan başına 100 TL, küçükbaş hayvan başına ise 10 TL ücret ödeyecek. Bu uygulama, hayvancılıkla geçimini sağlayan köylüleri zor bir duruma sokmuş durumda.
Anayasa'nın 56. maddesi, "Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı"nı, 45.maddesi, "tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılması ve tahribinin önlenmesini, toprağın verimli olarak işletilmesini, erozyonun önlenmesini, topraksız köylüye toprak sağlanmasını" öngörüyor.
Mera her şeyden önce kendi içinde bir ekosistem demektir.
Bu ekosistem, bitki ve hayvanlardan oluşan binlerce canlıya yerin altında ve üstünde ev sahipliği yapmakta.
Mera denince; bitki çeşitliliği, hayvan çeşitliliği, doğal kaynak, erozyon önleyici, arılar, kuşlar, böcekler, sürüngenler, kemirgenler, yaban hayata ev sahipliği aklımıza gelir.
Ancak bunların yanı sıra süt, et ve diğer hayvansal ürünlerin üretimi için en önemli kaynak meralardır.
Meraları dışlayan hayvan yetiştiriciliği sistemleri, hem ekonomik değil, hem de sağlıklı hayvansal gıda üretimine engeldir.(2)
2005 yılında 5403 sayılı « Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”,kısaca Toprak Yasası çıkartıldı. Toprak Yasası çıktı diye sevinirken, yasanın içerisindeki 13. Maddede kamu yararı adına kimi koşullar sağlandığında, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına izin veriliyordu.
Daha sonra çıkarılan «Torba Yasa” ile de mera, yayla, otlak, yaylak, kışlak, harman yerleri gibi tarım alanlarının kiralanması ve sonra da satılması işleri başlatılmış bulunuyor.
Aslında «Organize Sanayi Bölgeleri Yasası”, «Turizmi Teşvik Yasası”, «Orman Köylülerini Kalkındırma Yasası”, «Kara Avcılığı Yasası”, « Maden Yasası”, «Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirler ile Yapılacak Yardımlara Dair Kanunlar” gibi yasalarla da meralar nitelikleri yitirmeye başlamıştı.
Bunlara «Serbest Bölgeler”, «Endüstri Bölgeleri” ve son çıkartılan «Kentsel Dönüşüm Yasası ”gibi yasaları da eklenince meraların, özel mülkiyete ya da 49-99 yıllığına kiralanması uygun bir duruma getirilmişti.
Ancak anılan yasalara karşın, var olan Mera Yasası’na göre amaç dışı kullanımlar mahkeme kararlarıyla iptal ettirilebiliyordu.
Ancak «Torba Yasa”yla mahkeme yolu tamamen kapatılmış bulunmaktadır. 1940’lı yıllarda mera alanı 44 milyon hektardan günümüzde 14,5 milyon hektarın altına düşmüş durumda.
Anayasa açısından durum bu ama "Yıllardır, Anayasa ve yasa hükümlerini yok sayarak, doğaya sadece rant ve çıkar gözüyle bakanlar, ülkemizi yönetiyor" ise çözüm nerede aranmalı?
( TMMOB )Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez'e göre çözümler belli; sadece bilime ve hukuka uygun kararlar almak için ciddi bir siyasi irade gerekiyor: "Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, beton ekonomisi ve imar rantını dağıtma bakanlığı olmaktan çıkmalı, içindeki tutarsız ve çelişkili yapıya karşın, doğayı ve çevreyi korumanın ana görevi olduğunu anlamalı ve gereğini çevreden ve doğadan yana yapmalıdır.
Tarım ve Orman Bakanlığı, başka bakanlıkların amacı dışındaki tahsis istemlerine karşı utanmadan ve çekinmeden kuruluş yasasındaki görevlerini derhal yerine getirmeli ve tarımsal üretim alanlarını ödünsüz korumalıdır.
Ülkemizin toprak, arazi, su, orman, mera ve diğer doğal kaynaklar varlığı bilimsel olarak hızla yeniden belirlenmeli ve güncel veriler kısa süreli düzenli aralıklarla sürekli kamuoyuna açıklanmalıdır.
Büyükşehir Yasası kapsamı dahil tüm belediyelerde imar planları yapılırken, tarımsal üretim alanlarını koruyan 'Arazi Kullanım Planlaması' zorunlu olmalıdır.
'Üretemeden tüketemeyiz' gerçeğiyle, tarım arazileri, meralar, zeytinlikler, özel ürün arazileri koşulsuz olarak sürekli tarımsal üretim yapmak için kullanılmalıdır. Bunu zorunlu hale getirmeliyiz.
İthalatla nereye kadar devam edeceğiz. Gelecekte ithal edemezsek ne olacağını düşünerek tedbir almak zorunda olduğumuzu ne zaman anlayacağız.
İbrahim Ayan
Kaynak:
1- Gün Boyu Haber Merkezi Hande Karacan
2- Mustafa KAYMAKÇI » SAĞLIMIZDA BİR BEKA SORUNUMUZ OLAN MERALAR KİMİN OLSUN?