Akdeniz havzasına istikrarlı barış ve güvenlik açısından baktığımız

KIBRIS VE AKDENİZ’DE EGEMENLİK SORUNU

Akdeniz havzasına istikrarlı barış ve güvenlik açısından baktığımız zaman, 1954 – 1960 ve 1964 – 1974 dönemlerinde “kaynar kazan” veya “barut fıçısı” olarak nitelendirilen Kıbrıs adasının, 1974 yaz aylarından sonra 46 yıldır sakin bir ada görünümüne büründüğünü görmekteyiz.

Kıbrıs da son 46 yıldır süren askerî çatışmasızlık ve sükûnet ortamının iki temel sebebi vardır: Birincisi, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ada’da nüfus bakımından üstün olan tarafı, diğer tarafa karşı askerî güç kullanmaktan caydıran bir askeri kuvvet dengesinin oluşmuş bulunmasıdır. İkincisi de, 1974’den sonra Kıbrıs adasında ortaya çıkan iki kesimli ve iki ayrı bağımsız ve egemen devletli siyasî coğrafya ile Kıbrıs sorununun aslında fiilen “doğal çözümüne” kavuşmuş olmasıdır.

Hareket noktası olarak alınan varsayım, Ada’da 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Antlaşmalara ve Anayasa’ya uygun şekilde devam ettiğidir.

1963 Aralık ayından bu yana Anayasa’ya aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan sözde “Hükûmet’in” sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”- Ada’daki Kıbrıs Türk halkını da temsil eden - meşru Hükûmeti olduğu varsayımıdır.

Kıbrıs Adasının 1974’de değil 1963 Aralık ayında ikiye bölündüğünü vurgulamak isterim. Bölünmeyi temsil eden ve harita üzerinde yeşil kalemle çizildiği için “yeşil hat” olarak adlandırılmıştır. Haritaya çizgiyi, 1963 Aralık ayında Antlaşmalara göre Ada’da bulunan Türk ve Yunan askerleriyle, İngiltere’nin egemen üslerindeki askerlerinden oluşan geçici barış Kuvveti Komutanı İngiliz Tümgeneral Peter Young tarafından çizilmiştir.

Yunanistan’ın 1954’te başlattığı siyasî ENOSIS girişimlerine 1963 Aralık ayından itibaren askerî yöntemlerle devam etmiş olmasıdır. Yunanistan’ın desteğindeki ve Yunan subayların komutasındaki EOKA terör çetesinin, Kıbrıs Türk halkını hedef alan ve tarihe “kanlı Noel” olarak geçmiş olan “etnik temizlik” hareketini başlatmasıdır.

Yunanistan’ın Başbakanlarından Andreas Papandreou “Namlunun Ucundaki Demokrasi” isimli kitabında, babası olan Başbakan George Papandreou’nun 1964 Haziran’ında Kıbrıs’a gizlice yirmi bin Yunan askerinin girmesini sağladığını ifşa etmiştir.

Yunan Generali Grivas Komutasındaki Rum Millî Muhafız ordusu Kasım 1967’de Kıbrıs Türk Halkına saldırarak ve 29 soydaşımızı şehit ederek “ENOSIS” teşebbüsünde bulunmuştur.

Ada’daki Yunan birliklerinin 15 Temmuz 1974’te gerçekleştirdiği askerî darbe ENOSIS’i ilân girişiminde bulunmuş olduğudur. Bu girişim Barış Harekâtıyla Türkiye tarafından sonuçsuz bırakılmıştır.

Dolayısıyla Kıbrıs sorununun sorunun yarım asırdan fazla bir zamandır diplomatik ve siyasî bir çözüme kavuşamadan kalmasında, Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin sorumluluğu yoktur.

2004’te Kıbrıs sorununun tarihinde ilk defa olarak tam teşekküllü bir müzakere mekanizmasıyla ortaya “iki eyaletli, iki kesimli” federal Devlet kurulmasını öngören bir çözüm plânı çıkmıştır. BMGS Kofi Annan’ın ismiyle anılan bu plânı Türkiye dahil, uluslararası bütün aktörler desteklemişlerdir. Rumlar bu plânı da referandumla reddetmiş, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) halkı ise kabul etmiştir.

Böylece BM parametrelerine göre Kıbrıs’ta “federal çözüm” kurulmasının mümkün olamayacağı belli olmuştur.

ABD ve AB’yi arkasına alan Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türk halkı ile bir federal ortaklık devletinde siyasî gücü ve refahı paylaşma iradesini hiçbir şekil ve ölçüde göstermiş değillerdir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından istifade edilmesi bahsinde ortaya koydukları tutum da bu irade yokluğunun en bariz teyididir.

Kıbrıs’ta İngiltere’nin adadan çekilme kararından bu yana dil, din, kültür, millî ülkü bakımından birbirlerinden farklı iki halk; iki devlet; iki ayrı halk iradesi ve demokrasi mevcuttur.

24 Nisan 2004 tarihinde Annan Plânı üzerinde iki ayrı Devlet’te ayrı ayrı referandumlar düzenlenmiş olması ve iki halkın iradelerine ayrı ayrı başvurulmuş olması bu gerçeğin kanıtıdır.

Annan planının referandumunda Edibali ve arkadaşlarının Denktaş’ın yanında çalışmaları takdire şayandır. Rumların hayır demesi uzun süre sonra elimizden çıkacak KKTC’yi kurtardı. Yes be annemci M. Ali Talat ve ekibi de böylece tarihe kara leke olarak geçti.

Kıbrıs sorununu yaratan Ada’daki Türk halkı veya Türkiye değil, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlardır. Kıbrıs sorunu, Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların “Megali Idea” ülküsünün, Kıbrıs adası ile ilgili “ENOSIS” hedefinin ve bunlarla bağlantılı saplantılarının ürünüdür.

Son günlerde Kıbrıs adası etrafında bulunan hidro-karbonlar ile ilgili enteresan gelişmeler yaşanmaktadır. Çeşitli proje ve eylemlerle Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsetmeye çalışan ABD ve Yunanistan-İsrail-Güney Kıbrıs ittifakı, kuşatma hattını Suriye kıyılarına kadar genişletme çabasında. Fransa’nın da geçen haftalarda bu ittifaka destek vermesi, bölgeye Fransız ve Amerikan uçak gemilerinin gelmesi, Batı’nın silah kullanma kararlılığını da gösteriyor. Suriye’de Esad Hükûmeti’nin devrilmesinin ardından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Dışişleri Bakanı 20 Şubat 2025’te Şam’da Suriye Geçiş Hükümeti ile görüşerek bir açıklama yapmış ve “deniz hukuku” ile “Kıbrıs” hatırlatmasında bulunmuştu. GKRY, Avrupa Birliği (AB) yaptırımları konusunda aracı olabileceğini de belirterek Şam’a aba altından sopa göstermişti.

Türkiye'nin 2012’de TPAO’ya verdiği ruhsatların ve 2018’de BM’ye sunduğu kıta sahanlığı mektubunun bu hukuksuzlukları ortaya koyduğunu belirten Yaycı, “Türkiye ile Suriye arasında yapılacak anlaşma, Doğu Akdeniz'de oyun değiştirici olur.” ifadesini kullandı. Yaycı, sınırlandırmanın “kapatmama” ve “coğrafyanın üstünlüğü” ilkeleri doğrultusunda yapılması gerektiğine dikkat çekerek, “Karpaz Burnu Türkiye’nin de Suriye’nin de önünü kesemez. Bu nedenle “çevreleme’ ilkesiyle hareket edilmeli, Karpaz Burnu karasularıyla çevrelenmelidir. Bu hem hakkaniyetli hem de hukuka uygundur.” dedi

KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu, İngiltere Başbakanı Keir Starmer'in Rum tarafına Ayaptığı ziyarete tepki gösterdi. Bakan Ertuğruloğlu, İngiltere'nin bu ziyareti ile garantör ülke konumuna gölge düşürdüğünü belirterek, "Kıbrıs Türk halkına en büyük haksızlığı ilk günden itibaren bugüne kadar yapan bir ülke varsa o da İngiltere'dir" dedi. Bakan Ertuğruloğlu, bölgedeki yeni plana da dikkat çekerek "Amerika'nın Doğu Akdeniz'e çökmesi Güney Kıbrıs'a konuşlanması Güney Kıbrıs'a uyguladığı silah ambargosunu sonlandırması askerlerine eğitim vermesi onlarla ortak tatbikat yapması inşallah bu Rum tarafı Amerikan desteğinden şımarık başı dönmez ve bir çılgınlığa yeltenmezler" dedi.

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye ile deniz yetki anlaşması imzalanmayacağı yönünde kendisine söz verdiğini ileri sürdü. Bütün bunların yanında Türk devletleri birliğinin kararları şok etkisi yarattı.

Bütün bunların yanında BM Güvenlik Konseyi, söz konusu 541 sayılı kararında KKTC’nin ilanını “yasa dışı” ilan etmiş, diğer tüm devletlere yalnızca Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımaları çağrısında bulunmuştu. BM 550 sayılı kararına göre de BMGK, KKTC’de yapılan büyükelçi atamaları ve anayasa referandumunu ayrılıkçı adımlar olarak nitelendirmiş, KKTC’nin tanınmaması çağrısını tekrarlamıştı. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan'ın da imzaladığı bu bildiriye göre, söz konusu ülkeler KKTC’yi tanımayacak; Ada’nın tamamında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni “tek meşru hükümet” olarak kabul edecek.

Bütün bunlardan sonra hükümetten bir ses çıkmaması çok manidar. Hemen belirtelim ki Somali’nin borçları ve milyonlarca mülteciye bakmanın yanında Türk devletlerinin sorunlarına da eğilmemiz gerekmez miydi? Alttaki haritaya baktığınızda ülkemizin ne halde olduğunu biraz da görselle anlatmak istedim.

Kaynaklar: 1- Ali Erdem Köz Aydınlık Gazetesi 2- E. Büyük elçi Tugay Uluçevik’in yazılarından yararlanılmıştır.