Dünyamızda soykırım denilince akla iki olay geliyor. Biri Yahudi soykırımı, ikincisi
SOYKIRIM SADECE İNSANLARA MI YAPILDI?
Dünyamızda soykırım denilince akla iki olay geliyor. Biri Yahudi soykırımı, ikincisi de Ermeni soykırımı. Ne yazık ki Afrika, Amerika ve Avrupa’da yapılan diğer soykırımlar ile Arapların Emevi ve Abbasiler döneminde Türklere uyguladığı soykırımlar ne yazık ki dile getirilmiyor.
Biz bu yazımızda insanlardan değil kitapların soykırıma uğramasını konu edineceğiz. Amacımız Mutezile akımını övmek değil. . İslâmiyeti tehdit eden bu büyük tehlikenin hangi kanallardan geldiğini ve hangi kaynaklardan beslendiğini başkalarından önce keşfeden Mutezilî âlimler, bu uğurda büyük bir mücadeleye giriştiler. Bu konuda birçok prensipler vaz ettiler. Ve birçok eser yazdılar. Telif edilen bu eserlerin çoğu daha çok Rafızilik, Mecusilik, Cebriyye, Seneviyye, Naturalist ve Materyalist gibi akımlara karşı bir reddiye şeklinde kaleme alındı. Bundan da anlaşılıyor ki, Mutezile, İslam’a karşı asıl tehlikenin Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarından ziyade Farslılardan geldiğine inanmıyordu. Çünkü İran’’da sadece Hıristiyanlık/Süryanî, Zerdüşlük ve Mecusilik gibi inançlar değil Hint ve Yunan kültürü ve inançları da vardı. Ayrıca Helenizm de M.S. 363’de İranlılar tarafından kurulan Ruha (Urfa) okulu tarafından Asya içlerine kadar sokulmuştu. Burada Süryanî dilinin yanında Yunanca da mecburi olarak öğretilen dillerdendi. Ayrıca Aristo felsefesi ve yeni Eflatuncu düşüncelerin okutulması da önemli bir yer işgal ediyordu. İşte bu nedenledir ki Mu’tezile mensuplarının İslam akidesinin müdafaası konusunda yaptıkları meşhur münazara ve münakaşaların çoğu Farslılarla yapılmıştı.
Aslında Mu’tezile’nin bu kaygısında ne kadar haklı olduğunu bugün bizler 12-13 asır sonra bizzat vakıa üzerinden müşahade edebiliyoruz. Zira İslam inancına karışan hurafe ve bidatlerin (tahriflerin) Yahudilik ve Hıristiyanlıktan ziyade (veya en azından onlarla birlikte) İran ve Hint kültüründen geldiğini ve bunun da çoğunlukla Budist, Zerdüşt, Mecusî ve Şaman kültürünün etkileri ve mistik (tasavvufi) öğretiler marifeti ile gerçekleştiğini biliyoruz. Ve dahi bunun da ağırlıklı olarak Türklerin yasadığı topraklarda gerçekleştiğini görüyoruz. Çünkü Türkler Anadolu’ya ulaşmadan
dört asra yakın bir zaman diliminde \Maveraünnehir/ Türkistan bölgesinde Farslarla birlikte (iç içe) yaşamış ve hatta Türklerin İslamlaşma süreci Müslüman Araplar üzerinde: değil İranın fethinden sonra —bir bakıma Farslılar üzerinden gerçekleşmiştir. Ve bu süreçte de hem dil hem dinî inanç
bakımından yoğun bir etkileşim meydana gelmiştir:
Nitekim bunun sonuçlarını günlük dinî pratiklerimizi sıklıkla kullandığımız abdest, namaz, oruç, minare, peygamber gibi kelimelerin yoğunluğundan da görüyoruz. Dinî pratiklerimizle ilgili olan bu kelimelerin Arapça ve Türkçe değil de Farsça olması bile Fars kültürünün Asya ve Anadolu topraklarında ne kadar etkili olduğunu ve bu kültürün sadece dilimize değil dinî akide ve pratiklerimize de nasıl nüfuz ettiğini gösteren açık kanıtlarıdır.
Mu’ tezili âlimler her alanda olduğu gibi tefsir alanında da binlerce dit kitap yazmışlardır. Mamafih Mutezilî âlimlerin pek çoğu ya bir Kur’an tefsiri ya da Kur’an ilimleriyle ilgili bir kitap yazmıştır. Fakat bu eserlerin çok büyük bir bölümü maalesef günümüze intikal edememiştir. Sünnî mezhep tarihçilerinin Mutezile hakkında tutumları dikkate alındığında, söz konusu bu Mu’tezilî eserlerin kaybolmasındaki temel faktörün mezhep taassubu olduğu rahatlıkla görülebilir. Bunun yanında Bağdat’ın Moğollar tarafından istila edilmesi, savaşlar, yangınlar ve doğal afetler gibi muhtelif ilave faktörler de zikredilebilir. Ama Mu’tezile kültür mirasının heder edilmesinde rol oynayan başat faktör mezhep taassubudur. Zira Mu’tezilî eserler sadece fiilen imha edilmemiş amca Mutezile muhalifleri tarafından zemmedilerek aleyhlerinde propaganda da yapılmıştır.
Mustafa Bilgin, ilk 6 asırdaki Mu’tezilî müfessirlerin sayısını tespit etmiş ve bunu doktora tezinde Üstelemiştir. Buna göre ilk 6 asırda yaşayan 66 Mu’tezilî müfessir ve bunlara ait onlara tefsir bulunmaktadır. Ama bu onlarca tefsir içinde gönümüze intikal eden yalnızca tek bir tefsir olmuştur. Ki o da oldukça geç bir döneme (yani 6. Asra) ait olan Zemahşeri’nin el-Keşşaf adlı eseridir. Buna karşı ilk 5 asırdan ( Bu dönemde yaşayan toplam 62 Mu’tezilî müfessir vardır) günümüze intikal eden herhangi bir Mu’tezilî tefsir olmamıştır. Nitekim Bilgin tarafından listelenen ilk 6 asra dit Mu’tezilî müfessirlerin isimleri şöyledir;
Hicrî II. Asır Mu’tezilî müfessirler (toplam 5): Hicrî III. Asır Mu’tezilî müfessirler (toplam 15)
Hicrî IV. Asır Mu’tezilî müfessirler (toplam 25):
Hicrî V. Asır Mu’teziÜ müfessirler (toplam 17) Hicrî VI. Asır Mu’tezilî müfessirler (toplam 4)
İlk altı asırdan günümüze Zemahşeri’nin el-Keşşaf adlı eseri kalmıştır. Demek ki diğer eserlerden söz edilmesine rağmen soykırıma uğramışlardır. Günümüzde de aynı soykırım yasaklarla devam etmektedir. Bu eserler ulaşsa idi İslam belki de bu günkünden daha farklı anlaşılıp uygulanacaktı. Daha geniş bilgi için Tarihte ilmi soykırımlar kitabına bakılabilir.
İbrahim Ayan