Yıllar boyunca “Ortadoğu bölgesinin geleceği iki tekli bakış açısının başlığı olarak ortaya çıkmıştı.
ŞEKİLLENEN ORTADOĞU BU HALE NASIL GELDİ?
Yıllar boyunca “Ortadoğu bölgesinin geleceği iki tekli bakış açısının başlığı olarak ortaya çıkmıştı.
"Yeni Ortadoğu'ya dair en eski yaklaşım, terimi 1003 yılında yayımlanan aynı adlı kitabında
kullanan eski İsrail Başbakanı Şİmon Prees’e atfedilmektedir. Oslo Antlaşması akabinde ortaya çıkan
Peres’in vizyonu, İsrail'in ekonomik, fikrî ve kültürel hegemonyasının olduğu bölgesel barışın ve
ekonomik iş birliğinin kurulması yoluyla bölgeye entegre ihtimaliyle hareket ediyor, yeni ayaldanmaların patlak vermesini önlemeye çalışıyordu. İsrail devletinin işçi Partisi hükümeti gölgesinde o vakit Filistin sorununa çözümü, yetkileri ve imkânları sınırlı, İsraillilerle güvenlik tehditleri konusunda koordinasyon kuracak özerk bir Filistin yönetiminin olması ve bununla birlikte dinî ve ideolojik farklılıkları aşmaya dayalı olarak Filistinliler için ekonomik refah kartının oynanması
şeklindeydi. Bu kart sonrasında kademdi olarak Filistin davasına ilginin azalması amaçlanıyordu.
Burada Peres’in teklifinin özünün yeni olmadığını açıklamakta fayda var. Theodor Herzl, 1902 yılında yazdığı ve Siyonizm’e yönelik Arapların düşmanca tutumları sorununun çözümünün Yahudi yerleşimcilerin bölgeye çekeceği maddi refahta saklı olduğunu ifade ettiği Altneuland (Yeni Eski Topraklar) adlı romanında bu düşünceyi açıkça dile getiriyordu.
Bu inancı romanın iki kahramanı Klnsgort ve Reşid arasında geçen bir diyalog somutlaştırıyor. Zira
Klnsgort şöyle soruyor: "Yahudilerin göçleri sebebiyle Filistin halkının durumu zarar görmedi mi?”
Reşid bey de (romandaki Arap kahraman) şöyle cevap veriyor: "Hiç de değil, bu hepimiz için bir
nimetti. Özellikle de topraklarını yüksek fiyatlarla Yahudilere satan veya daha yüksek fiyatlar için topraklarını ellerinde tutan mülk sahipleri için. Hiçbir şeye sahip olmayan ve kaybedecekleri bir şeyi olmayanlar da kazandılar; iş fırsatları, geçim kaynakları ve iyi yaşam koşulları. Yahudiler bizi
zenginleştirdi, o hâlde niçin onlardan nefret ediyoruz? Aramızda kardeşçe yaşıyorlar, öyleyse neden onları sevmiyoruz?” Peres’in vizyonu siyasi Siyonizm’in kurucusununkinden ayrılamaz. Her
ikisi de Arapları aşağılık, topraklarını satmaya istekli ve durumu daha iyi olanların kendilerine iş
alanları açmasını bekleyen kişiler şeklinde görüyordu.
Benjamin Netanyahu’nun Yeni Ortadoğu yaklaşımının üç önemli evreden geçtiği söylenebilir. Bunlardan ilk evre, ilerici Siyonizm’in kurucusu, Netanyahu’nun babasının yakın arkadaşı, Netanyahu’nun ilham kaynağı ve manevi rehberi gördüğü, en uzun süre başkanlığını yaptığı
Likud Partisi’ni fikirleri üzerine kurduğu Ze’ev Viladimir Jabotinsky’nin Fikirleriyle başlamıştır. Jabotinsky Arapların kabul edeceği Yahudi devletini kurmanın yolunun sadece güçle olacağına inanıyordu. Pek çok makalesinde bunu vurgulamıştır. En önemlileri “Demir Duvar" ile şeye “Biz ve Araplar" başlıklı makaleleridir. “Demir Duvar" makalesinde; “Arapların Filistin’de bir Yahudi devletine onay verebilmelerinin tek yolu güç kullanmaktır ve güç yoluyla uygulanan adalet adil kalır. Araplara karşı izlenebilir tek politika budur.
Netanyahu’nun yaklaşımındaki « Her ikinci evre ise Trump’ın ilk döneminde yaşandı. Netanyahu’nun zihninde kök salan ve “Siyonist rüyayı" hayata geçirme noktasında güce dayanan bu fikirler, İsrail’in Filistinlilerle değil, Arap ülkeleriyle ilişkilerinde somut bir değişimden geçti. ABD yönetiminin İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında İbrahim Antlaşması’na varmasıyla birlikte Netanyahu Arap dünyasına getirebileceği refahı, İsrail’in bu ülkelerin kalkınmasına nasıl katkıda bulunacağını ve Arap halklarının ilerleme yolunda elini nasıl tutabileceğini » teşvik etmeye yöneldi. Bu sloganlar Herzl’in romanında sunduğu eski yaklaşıma ve Şimon Peres’in üç- ‘Yeni Ortadoğu" etrafındaki fikirlerine daha yakındı.
Filistin davası ise bu İbrahim Antlaşmasından daha fazla zarar gördü ve hiçbir fayda sağlamadı, bu dava bölgesel denklemin merkezinde yer almadı, İsrail’in yerleşimlerin genişletilmesi yoluyla bağımsız Filistin devleti ihtimalini baltalama çabalarıyla birlikte İsrail’in ve bölgenin ilgisinin dışına çıktı Filistin. Netanyahu hiçbir zaman Filistinlileri banş için gerekli bir ortak görmedi ve onun yönetimindeki İsrail, Filistinlilerle Jabotinsky’nin eski güç perspektifiyle muamele etmeyi sürdürdü.
Yalnız Aksa Tufanı savaşı ve gelişmeleri, Hizbullah ve Husiler- le çatışmalar, ardından İsrail’in İran’a açtığı mevcut savaş, Netanyahu’nun söylemini eski versiyonuna döndürdü ve onu Jabotinsky’nin fikirlerine boğulmaya sevk etti, hiçbir ülkeyle rekabet etmeksizin Ortadoğu’nun mühendisliğinden ve sadece güce j dayalı hegemonya dayatmaktan daha net şekilde bahsetmeye başjladı. Bu temelde, Netanyahu’nun geçen aylarda yaptığı ve İran’a yönelik sürpriz saldırılarla birlikte artan açıklamalarına göre bizler İsrail’in çıkarlarını gerçekleştirecek bir zamanı idrak ediyoruz. Askerî üstünlüğe sahip olacağı, askerî üstünlüğü ve sindirme politikasıyla bölge ülkelerine iradesini dayatacağı, Filistin meselesi- ni görmezden gelecek, İsrail’in ve Arap rejimlerinin aynı zorluklarla -İran tehdidi ve “radikal İslâm”- mücadele ettiği yollu bakış açışım dayatacak yeni bir Ortadoğu ile ı karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Burada kendimizi üç temel gözlem karşısında buluyoruz, ilki, iki yaklaşımın (Peres ve Netan-! yahu) nasıl karşılandığı ile ilgilidir. Peres’in sunduğu teklif geniş j bir Batılı ve Arap desteği görmesine rağmen siyasi ve güvenlik gerçeklerine, ikinci intifadanın patlak vermesine ve Netanyahu liderliğindeki sağın yükselişi karşısında İsrail solunun iktidarının sona ermesine direnme gücünden yoksundu. Netanyahu’nun yaklaşımı ise Filistin halkını görmezden gelmesi, güç ve kibir dilini benimsemekle eleştirilmesine rağmen bazı Arap ülkeleri tarafından pragmatik şekilde kabul gördü. Bu ülkeler İsrail’le tüm alanlarda anlaşmalar imzaladılar.
İkinci gözlem her iki yaklaşımın Arap dünyasını küçümsemesiyle ilgilidir. Zira Herzl’in ve sonrasında öğrencisi Şimon Peres’in sunduğu eski yaklaşım, Arapların vatanlarım satacak kadar para peşinde koşan bir güruh olduğu görüşünden yola çıkmaktadır. Jabotinsky’nin “Biz ve Araplar” başlıklı makalesinde gözlemlediği örtük anlam budur: “Arapların Yahudi yerleşimcilerin kendilerine sağlayacağı kültürel veya maddi refah karşılığında Siyonist rüyanın gerçekleşmesini onaylayacağı yanılgısı, Arap sempatizanlarından kaynaklanan çocukça bir hezeyandır ancak aynı zamanda Araplara karşı bir aşağılama ve önyargı içerir, onları iyi bir demiryolu ağı için vatanlarından vazgeçmeye hazır, altın arayan bir güruh şeklinde resmetmektedir."
Netanyahu ve hocası Jabotinsky’nin yaklaşımı ise, Arap dünyasının çaresizliği ve direniş göstermeksizin kahretme ve Siyonist güce boyun eğdirme, sahip olduğu askerî üstünlük neticesinde Siyonist oluşumun kanaatlerini ve ideolojilerini tüm bölge ülkelerine dayatma algısıyla hareket etmektedir.
Küçümsemenin bur başka yönü tde Arap ^dünyasının rolünün, bölgenin geleceğinin oluşmasında hiçbir rolleri olmaksızın sunulanı/dayatılam kabul etmekle sınırlı olması ve bölgenin geleceğini şekillendirme rolünün büyük bir Arap okyanusunun ortasında bir noktayı temsü eden İsraillilere bıraküması. Burada işin garip tarafı her iki yaklaşımın içerdiği aşağılamanın, Arap rejimlerinin İsrail’le normalleşmesini engellememesi... Dahası çoğu Arap rejiminin, işgalin Gaz- ze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Yemen ve diğer ülkelerde işlediği ve günlük durmayan suçlara ve katliamlara rağmen istihbarat iş birliği yapmalarının hiçbir izahı yoktur. İsrail şirketlerinin bazı ülkelerde güvenlikle alakalı altyapı işlerini üstlenmesi, askerî tatbikatlar yapmaları ve hatta bazısının kendi millî güvenlikleriyle çelişen oranlarda elektrik, gaz ve su konularında Siyonist varlığa itimat etmesinin de. Yanı sıra Arap rejimleri ekonomik, ticari ve turizm iş birliği yoluyla İsraü’in millî güvenliklerine nüfuz etmesine izin verdi.
Son gözlem ise, İran’la mevcut savaşın başarısız kalmasının, her iki yaklaşımın da sonunun başlangıcı olacağıdır. Ancak İran’ın yenilmesi veya teslim olup Hizbullah’m imzaladığına benzer bir anlaşmayı kabul etmesi hâlinde şekillenebilecek Ortadoğu, Peres’in hayalinden çok Netanyahu’nun yaklaşımım taşıyacaktır. Bu da Arap rejiminin zayıflığım yansıtan ve halkları bu vakıayı değiştirmek zorunda bırakan üzüntü verici bir sonuçtur.
İbrahim AYAN