21 Nisan’da: “Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek.

NEDİR BU MİSAK-I MİLLİ?

21 Nisan’da: “Misakı Milli, Türk-Kürt ittifakının özüdür. Bu ittifak birinci planda Suriye’de yürüyecek. Birinci plan bu. Türkiye’ye Türkiye katar bu. Suriye eşittir Türkiye kadar değerdir.”

Öcalan’ın Misakı Milli formülü; ABD Büyükelçisi Barrack’ın “Osmanlı millet sistemi” önerisini, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap ümmeti” çıkışını ve elbette Bahçeli’nin Halep’e, Musul’a, Kerkük’e plaka dağıtmasını bütünlüyor.

Misakı Millicilik elbette bazılarının kulağına hoş gelebilir. Ama Öcalan’ın, Barrack’ın, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin bugün savunduğu Misakı Millicilik, Türkiyecilik değildir; Osmanlıcılık ve İslamcılıktır!

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıldığı süreçte, dağılmayı önleyebilmek için Osmanlıcılık denendi, İslamcılık denendi, olmadı, olamazdı. En sonunda Türkçülük denendi.

Misakı Milli bu son sürecin direnme sınırıydı. Harbiye Nezareti ve Almanlar örneğin Mustafa Kemal’i dinleyip I. Dünya Savaşı sırasında orduyu Halep-Cerablus hattına çekseydi henüz daha diri durumdaki ordu düşmanı o hat üzerinde durdurabilirdi. Dolayısıyla sonrasında Misakı Milli ilan etmeye bile gerek kalmayacaktı. Ama Mustafa Kemal’i dinlemediler.

Tarih, keşke ile, şöyle olsaydı ile, böyle olsaydı ile ilerlemiyor ve elbette tarih geriye de gitmiyor. O günün koşullarında, belirlenen Misakı Milli sınırları içinde elde tutulabilecek azami topraklar elde tutuldu. Daha ilerisi için, Musul için savaşacak güç kalmamıştı. Parmak arası terlikle 28 gün askerlik yapanların bugün bol keseden atmasına benzemiyor işler. Düşünün firar eden asker sayısının fazlalığı nedeniyle, Sakarya savaşı tarihe subay savaşı diye geçti.

O nedenle bugün Misakı Millicilik yapmak Türkiyecilik değildir.

Türklerin de Kürtlerin de (ve diğer halkların da) çıkarı, Türkiye, Irak, Suriye ve İran gibi bölge ülkelerinin “Batı Asya Birliği” kurmasındadır. Dört ülke içindeki tüm ortak halklar için de en demokratik çözümdür bu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin Abdullah Öcalan’a ilişkin “Umut Hakkı” kararı verdiğini söyleyen Karasu, “Devlet Bahçeli açıkça ‘Örgütünü feshetsin, silahlı mücadeleden vazgeçsin, Umut Hakkı pratikleşsin.’ dedi. Hatta ‘Gelsin, Meclis’te konuşsun.’ dedi. Meclis’te konuşmasına cesaret edemediler ama Bahçeli, ‘Umut Hakkı devreye girer.’ dedi. O zaman Devlet Bahçeli’nin sözünün üzerinde durması gerekiyor.” dedi.

“Şu açıktır: Düne kadar ‘DEM Parti kapatılsın’, ‘Kürtlere ilgili her türlü uygulama yapılsın’ diyen Bahçeli eğer bir adım atıyorsa, Türk-Kürt kardeşliğinden söz ediyorsa, o zaman siyasi anlayışın değişmesi gerekir. Bir yıl önceki anlayışla hareket edilmemesi gerekir. Bir yıl önceki anlayışla Rojava'ya, Kuzey ve Doğu Suriye'ye yaklaşılmaması gerekiyor. Şimdi Türkiye'de Barış ve Demokratik Toplum Süreci dediğimiz bir süreç varken, bunun içinde hükümet de devlet de varken, bu bir köklü siyasi değişikliğin, zihniyet değişikliğinin süreci iken yahut da zihniyet değişikliğinin sonucu olması gerekirken Rojava'ya böyle tehditler yapılması gerçekten terstir. Halbuki madem Kürt-Türk kardeşliğinden söz ediliyor, o zaman Suriye'deki Kürtler de kardeş değil mi? O zaman o kardeşlere de yaklaşımın doğru olması gerekiyor. Bir kardeşçe yaklaşımın gösterilmesi gerekiyor.

“Misak-ı Milli diyorlar; Misak-ı Milli içinde Musul-Kerkük de vardı, Rojava denilen Kürt alanı, Batı Kürdistan da vardı. Şimdi sen hem o kadar Misak-ı Milli’den söz et, -çünkü Misak-ı Milli Sivas Kongresi'nde alınıyor- ama kalk Kürtlere düşmanlık yap, Kürt karşılığı yap.( Sivas kongresinde alınan bir karar değil son Osmanlı Mebusan meclisinin aldığı karar. Çarpılmamalı) Bu doğru bir yaklaşım değil. Bu yönüyle Suriye'deki, Kuzey ve Doğu Suriye'deki, Rojava'daki Kürtlere yaklaşımın doğru olması lazım. Böyle tehdit vari olmaması lazım. Hatta Kürtlerin Suriye'de özgürlüklerine kavuşması için destek sunmaları gerekiyor. Doğru yaklaşım, Türkiye’ye kazandıracak yaklaşım budur. Diğeri; bir-iki yıl önceki farklı kaygılarla ortaya çıkan söylemlerin tekrarıdır. Bunun Türkiye'ye bir faydası olmaz.( DEM yanlılarının açıklamaları)

Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde Türklerin yaşadığı sınırları belirlemek ve bunu uluslararası kamuoyu ile paylaşarak kesinlik kazandırmak için son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin aldığı kararlar doğrultusunda çizilen sınırlar Misak-ı Milli denilmektedir. MisakMilli’nin kabulü ve uygulanması yönündeki yoğun ısrar ile çaba, Türkiye Cumhuriyeti tarihimiz açısından oldukça büyük önem teşkil etmektedir ve geniş bir çalışma konusudur. Öyleyse misak-ı milli nedir, ne demek? Misak-ı Milli sınırları, kararları ve maddeleri. Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu topraklarının dört bir yanı işgallere maruz kalmış ve hem ayrılıkçı hem teslimiyetçi kurum ve kuruluşlar boy göstermiştir. Hâl böyle olunca hem direniş örgütleri kurulmuş hem de uluslararası arenada tepki göstermek adına adımlar atılmaya başlanmıştır. İşte son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin aldığı kararlar doğrultusunda çizilen Misak-ı Milli sınırları tam da böyle bir karşı koyuşun dönüm noktasını oluşturmaktadır. Nitekim Türklerin yaşadığı sınırlar kesin bir biçimde 28 Ocak 1920 tarihinde dünya kamuoyu ile paylaşılmıştır.

Misak-ı Milli Nedir?

Misak-ı Milli Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisindeki Osmanlı Devleti'nden arda kalan topraklarda yaşayan Türklerin yaşadığı toprakları veya yaşam alanlarını çizen bir sınır olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin 17 Şubat 1920'de kamuoyuna açıkladığı sınırlar Misak-ı Milli'dir. Ancak açıklanan bu sınırlar meclis tarafından 28 Ocak 1920'de kabul edilmiştir. Misak-ı Milli başta Mustafa Kemal olmak üzere vatanperver subay ve milletvekillerinin diretmesi ile mecliste açıklanmış, sonrasında da yabancı devletlerin işgal tepkisi ile karşılaşılmıştır.

Misak-ı Milli Ne Demek?

Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan yeni dünya düzeni içerisinde Türklerin yaşadığı alanların sınırlarını çizmek için açıklanan metin olan Misak-ı Milli Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından alınan ve Türk Siyasi Tarihi'nin bir dönüm noktası olarak karşımıza çıkan bir karardır.

Nitekim bu karar sonrasında işgaller hız kazanmış ve ayrılıkçı örgütlenmeler oldukça fazla boy göstermiştir. Ancak bu karar aynı zamanda Anadolu'daki direniş hareketini de hızlandırarak güç vermiştir.

Misak-ı Milli Sınırları

Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından kabul edilerek Türklerin yaşadığı alanların sınırlarını çizmek adına alınan bu kararların sınırlarını maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz;

Kıbrıs, Musul Vilayeti, Deyr-i Zor, Kars, Ardahan ve Batum, Musul, Batı Trakya, On İki Ada

Misak-ı Milli Kararları

Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilen Misak-ı Milli'nin kararlarını sıralayacak olursak;

Misak-ı Milli bir bütündür ve asla ayrılamaz. Mondros sonrası işgal edilen yerlerin geleceğine halkın oylaması ile karar verilecektir. Ülkenin tam bağımsızlığı esastır. (siyasi, mali ve adli) Bu konudaki kısıtlamalar kabul edilemez. Batı Trakya'nın durumuna halkın oyları karar verecektir. Kars, Ardahan ve Batum'da halk oylaması yapılacak ve bölge halkı geleceğine karar verecektir. İstanbul ve Marmara Denizi güvenliği açısında tehlikeden uzak bir duruma getirilecek. Boğazlar ticarete açık kalacaktır.

Görüldüğü gibi bazılarının dediği gibi değil meclisin aldığı kararı tam bilmek ve çarpıtmamak gerek.

Kocatepe’den selamlar İbrahim Ayan